31 Ocak 2017 Salı

John Verdon - Aklından Bir Sayı Tut Kitap Yorumu

John Verdon, “Aklından Bir Sayı Tut” kitabındaki baş karakter ile kendi hayatı arasında bağlantıların olduğunu söylüyor. Doğduğu yer, okuduğu üniversite, emekli olduktan sonra taşındığı yerin özelliklerinin ve hatta karakterin (Dave Gurney) bazı düşüncelerinin bile kendisiyle aynı olduğunu söylüyor. 1 Ocak 1942 doğumlu John Verdon, 68 yaşında ilk kitabı olan “Think Of a Number”ı yazdıktan sonra seri niteliğinde 3 kitap daha yazmıştır.

2010 yılında basılan bu kitabın arka yüzü de, aynı kitabın kapağı gibi oldukça merak uyandırıcı ve iddialı. Kitabın arka yüzündeki yazı ise şöyle;

Mark Mellery, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöyle yazmaktadır: 

“Aklından bir sayı tut – 1 ila 1000 arasında herhangi bir sayı.” Mellery öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: “Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin. Küçük zarfı aç.”

Aldıklarını geri vereceksin
Vermiş olduklarını aldığın zaman
Biliyorum ne düşündüğünü,
Ne zaman uyuduğunu,
Nereye gittiğini,
Nereye gideceğini.
Seninle bir randevumuz var,
Bay 658.”

Kitabın arka kapağındaki bu yazı bende gerçekten büyük bir merak uyandırmıştı.” Gerçekten bir kişinin yüzünü bile görmeden, tuttuğu sayıyı bilmek mümkün olabilir mi?”sorusuyla aldım kitabı ve okumaya başladım.

Hikaye, emekli bir dedektif olan Dave Gurney’in yıllar sonra lise arkadaşından gelen bir telefonla kendisinden yardım istemesiyle başlıyor. Mark Mellery’nin aldığı mektubun, devamında gelen anlamsız şiirin ve 658 sayısının cazibesiyle, dedektifliğe geri dönmeyi düşünmeyen Gurney, bir anda bu gizemli hikayenin içinde buluyor kendisini. Mark Mellery’nin öldürülmesiyle işler kızışıyor ve iş, artık cinayet vakasına dönüşüyor.

Siz de kitabı okurken Gurney gibi, Mellery’nin öldürüldüğü yerde bulunan (bulunması istenen) delillerin ve Mellery’e gelen diğer anlamsız şiirlerden bir anlam çıkarmaya çalışırken zamanınızın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Benim gibi betimleme okumaktan çok, zekice diyaloglar okumayı sevenler için kitap bire bir. “Anlamsız” şiirler de bir o kadar zekice yazılmış ve kitabın devamında o şiirlerin her birinin bir anlamı olduğu anlaşılıyor.

Kitapta “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.” Sözünü ispatlayan durumlar da var. Gurney, cinayet(ler)de çözemediği olayları, eşine anlattığında eşi hemen olayı çözüveriyor. Bu yüzden Gurney’in eşi Madeleine’den şüphelenmek de zor olmuyor.

İlk bakışta anlamsız görünen cinayetler de sebebini öğrenince o kadar da anlamsız gelmiyor. Yazar, bu kadar cinayeti gerçekten mantıklı bir sebebe dayandırmış. O yüzden “Boşu boşuna okudum şu kitabı.” düşüncesine kapılmıyorsunuz.

Fakat, muhtemelen yazarın ilk kitabı olmasındandır ki ilk 420 sayfa gayet iyi anlatılmışken maalesef son 55 sayfa da bir hayal kırıklığı oluyor. Başından beri çok zeki olarak gösterilen dedektif Gurney, okuyucunun bile kolaylıkla anlayabileceği bir tuzağa düşüyor ve hem kendisini, hem de bir polis memurunun hayatını tehlikeye atıyor.

“Mahşer günü geldi, başka söze ne gerek
Dermott, gözünü dört aç, Gurney sen de acele et
Temizlikçi geliyor, tik-tok-tik”

Dörtlüğünden sonra birisinin temizlik dolabından bahsetmesi; okuyucunun aklına hemen bu şiiri getiriyor, fakat Gurney gibi aşırı zeki bir adam bu şiiri aklına getiremeyip tuzağa düşüyor.
O kadar cinayet çözmüş dedektif Gurney, bu katili bulamıyor; katil, Gurney’i öldürmek için kimliğini açığa çıkardığında dedektifimiz olaya ancak uyanıyor. Ve Gurney’in katilin tuzağına düşmesi, ilk 420 sayfada anlatılan “Dedektif çok zeki.” Düşüncesini yerle bir ediyor.


Son 55 sayfadaki acemi hataları göz ardı edersek polisiye türü sevenler, bu romanı okumadan önce “Ben hemen katilin kim olduğunu anlarım.” Düşüncesiyle kitaba başlayabilir ve sonra nasıl yanıldığını büyük bir keyifle okuyabilirsiniz.

30 Ocak 2017 Pazartesi

Uzay Yolcuları (Passengers) Film Yorumu


Tür – Bilim Kurgu, Romantik, Aksiyon
İmdb Puanı – 7.1
Oyuncular -  Jennifer Lawrence, Chris Pratt, Michael Sheen..
Yönetmen – Morten Tyldum

Filmde, Dünya yaşanmaz bir hal aldıktan sonra başka bir sistemde keşfedilen Homestead II adlı gezegene koloniler kurmak amacıyla Avalon adlı bir uzay gemisiyle yapılan yolculuktan bahsediliyor. 120 yıl sürecek bu yolculukta, yolculardan birinin bir arıza sonucu uyku kapsülünün bozulması ve henüz yolculuğun 30. Yılında uyanması ve sonrasında gelişen olaylar konu ediliyor.

Filmin ilk yarım saatinde Jim (Chris Pratt) karakterinin kocaman bir uzay gemisinde yalnız kalması olayı gerçekten iyi işlenmiş. Fakat daha sonrası birçok mantıksal hatayla dolu. Örneğin, Jim uyku kapsülündeki bir insanı uyandırmanın yolunu bulduktan sonra aşık –Sadece bir iki videodan aşık olunabiliyorsa tabii- olduğu kadını (Jennifer Lawrence) uyandırmak yerine, uyku kapsülünü tamir edebilecek birini uyandıramaz mıydı?

Mantıksal hatalar tabii ki bununla sınırlı değil. 120 yıl boyunca uyuması gereken insanların olduğu bir uzay gemisinde barmen bir android (Michael Sheen) neden var? 5000’den fazla yolcu taşıyan uzay gemisinde sadece bir oto doktor olması?


Mantık hatalarından sonra beni en çok rahatsız eden kısım filmin sonuydu. Jim, ölümsüz bir karakter filan da biz mi bilmiyoruz? Koskoca gemide ağır bir hasar bırakan alevler, bir kumaş parçasını yakamıyor ve alevlerden sağ çıkıyor Jim, bu da yetmiyor oksijensiz kalmasına rağmen bir şekilde kurtuluyor. İlginç gerçekten(!)

Bunlar dışında ben, filmdeki oyunculukları ve başrol oyuncuları arasındaki uyumu sevdim. Filmin görsel efektleri gerçekten çok güzeldi.



Uzun lafın kısası, çok iyi bir yönetmenin işi, kötü bir senaryoyla birleşmiş. Film, sinemada sırf görsel efektleri için izlenilebilir fakat çok şey beklerseniz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.