26 Şubat 2017 Pazar

Savaş Vadisi (Hacksaw Ridge) Film Eleştirisi

Tür – Biyografi, Tarih, Savaş

IMDb Puanı – 8.3

Oyuncular – Andrew Garfield, Teresa Palmer, Hugo Weaving

Yönetmen – Mel Gibson

Senaristler – Robert Schenkkan, Andrew Knight



Gerçek bir hikayeden uyarlanmış filmde, 2. Dünya Savaşı’nda, ABD – Japonya arasında yapılan savaşta, inandığı değerlerden vazgeçmeyip bir kurşun bile sıkmadan 75 askerin hayatını kurtaran Desmond Doss anlatılıyor.

Filmin ilk kısmında Desmond’un çocukluğundan bir kısım, daha sonrasında ise askere yazılmadan önceki yaşadıkları gösteriliyor bize. Zaten çocukluğunda gösterilen bir sahneden sonra filmin ilerisi hakkında beklentileriniz artıyor ve film sizi yanıltmıyor.

Filmin ilk kısmıyla alakalı iki sorunum var. Birincisi, gösterilen aşk hikayesinin –bence- gereksiz olmasıydı. O aşkın filme pek bir şey kattığını düşünmüyorum. İkincisiyse Desmond’un kardeşinin hikayesinin yarıda kalması ve bir yere bağlanmaması.


Filmin ikinci kısmı, tamamen savaş sahneleriyle doluydu ve bu sahneler gerçekten muazzamdı. Sahnelerin gerçekçiliği sayesinde kendinizi savaşın ortasında hissedebiliyorsunuz. Desmond’un askerleri kurtarmaya çalışırkenki hırsı, yaralı askerlerin çektiği acı ve çaresizlik… Hepsini sanki siz yaşıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.

Teknik ve görsellik gerçekten güzel ama maalesef bir sahnede tamamen batırmışlar diyebilirim. Bunu söylesem spoiler olmaz sanırım. Bir sahnede bir asker bombaya tokat atıp onu tekmeliyor… O sahne gerçekçilikten çok uzaktı.

Filmde biraz Hristiyanlık propagandası sezmem dışında kayda değer başka bir sıkıntım olmadı filmle alakalı. Savaşta yaşanan zorlukları –bir sahne hariç- muazzam bir gerçekçilikle izlemek ve ideallerinden vazgeçmeden de bir şeyleri başarabileceğinizi Doss üzerinden görmek istiyorsanız Hacksaw Ridge’i izlemelisiniz.

Son olarak ülkemizde de şu sıralar yaşanan bazı olaylardan dolayı filmde benim içimi acıtan bir replik vardı, onu sizinle paylaşmak isterim;


“Barış zamanı evlatlar babalarını toprağa verir, savaştaysa babalar oğullarını..”

25 Şubat 2017 Cumartesi

Gizli Sayılar (Hidden Figures) Film Eleştirisi



Tür – Biyografi, Dram, Tarih

IMDb Puanı – 7.9

Oyuncular – Taraji P. Henson, Octavia Spencer, Janelle Monae

Yönetmen – Theodore Melfi

Senaristler – Allison Schroeder, Theodore Melfi, Margot Lee Shetterly




Gerçek bir olaydan beyazperdeye aktarılan Hidden Figures filminde, 1960’lı yıllarda Amerika’da yayılan ırkçı tutuma karşın NASA’da çok önemli görevlere gelebilen 3 dahi kadının hikayeleri anlatılıyor.

Öncelikle filmin verdiği mesaj gerçekten çok hoş.  Filmin anlattığına göre o dönemde siyahilerin kullandıkları tuvaletler, gittikleri okullar vs. bile farklıymış. Fakat tüm bunlara rağmen bu 3 arkadaş gösterdikleri cesaretle siyahilerinde beyazlar gibi “insan” olduğunu, beyazlar gibi her şeyi yapabileceklerini gösteriyorlar.

Filmin konusu dolayısıyla Katherine karakterinin olduğu bölümlerde biraz teknik bilgiler kullanılıyor. Oraları pek anlayamamam dışında izlerken sıkılmadığımı söylemeliyim.

Filmin başları biraz yavaş işleniyor fakat sonlara doğru (özellikle John Glenn ile ilgili bölümlerde) bir sonraki sahnede ne olacağını merak ediyorsunuz.

Gerçek hikayeden uyarlanan filmlerde, karakterlerin gerçek hayatta çekilmiş fotoğrafları genelde en son gösterilir. Fakat bu filmde, aralarda gerçek hayattan videolar vs. gösterilmiş ki ben bunu gerçekten çok sevdim.

Filmde gözüme batan, rahatsız edici bir yer görmedim. Kendi halinde güzel bir film. Hem siyahi, hem de kadın olarak doğmuş, hayata iki sıfır geride başlayan bu 3 kadının ilham verici hikayesini izlemenizi öneririm.


22 Şubat 2017 Çarşamba

Lion Film Eleştirisi


Tür – Dram


IMDb Puanı – 8.0

Oyuncular – Dev Patel, Nicole Kidman , Rooney Mara, David Wenham…

Yönetmen – Garth Davis

Senaristler – Saroo Brierly, Luke Davies


Gerçek bir olaydan beyazperdeye aktarılan Lion filminde, eve para götürmek için trenlerden kömür çalıp satan Saroo’nun bir gece bir tren vagonunda uyuyakalması ve uyandığında kendisini evinden kilometrelerce uzakta bulduktan sonra yaşadıkları anlatılıyor.

Film iki farklı bölümden oluşuyor. Bu yüzden ben de bu iki farklı bölümü ayrı ayrı yorumlamaya çalışacağım.

Filmin ilk bölümünde küçük Saroo’nun (Canlandıran oyuncunun afişte isminin bile olmaması gerçekten ayıp olmuş. Oysaki dizideki en iyi performansı o sergilemişti bana göre.) kaybolduktan sonra yaşadıkları anlatılıyor. Filmin sonunda yer alan bilgiye göre Hindistan’da yılda 80.000 çocuk böyle kayboluyormuş. Bu bölümde de o kaybolan çocukların başından geçen tehlikeler insanın içini acıtacak bir şekilde işlenmiş. Çocuğun korkusunu, annesine duyduğu özlemi vs. çocukla beraber hissedebiliyorsunuz.

Filmin ikinci bölümüyse –yani 25 yıl sonra- ilk bölümüne göre çok zayıf kalmış. Hikayenin gidişatına hiç katkısı olmayan –ki zaten kurgu olan tek karakter oymuş- bir aşk hikayesine gerek yoktu. Zaten havada kaldı. Zaman atlamasından sonra Saroo’nun yeni ailesine olan bağlılığı filan çok güzel de, yeni kardeşinin hikayesi de çok havada kaldı.

Fakat filmin sonu beni çok duygulandırdı açıkçası. Şimdi bunun sebebini açıklarsam çok büyük spoiler vermiş olurum, o yüzden açıklayamam ama filmin son 15-20 dakikası gerçekten insanı duygulandırıyor.

Ayrıca da bazı sahnelerde –Özellikle Nicole Kidman’ın bir sahnesi- çok iyi diyaloglar var. 

Sonuç olarak ben filmi gereksiz karakterler dışında beğendim. Saroo gibi kaybolan çocukların yaşadıklarından sonra hissettiklerini anlamak isterseniz Lion tam size göre.


21 Şubat 2017 Salı

Yaşamın Kıyısında (Manchester by the Sea) Film Yorumu

Tür – Dram

IMDb Puanı – 8.1

Oyuncular – Casey Affleck – Michelle Williams, Lucas Hedges..

Yönetmen – Kenneth Lonergan

Senarist – Kenneth Lonergan



Filmde, yaşadığı bazı kötü olaylardan dolayı Manchester’dan ayrılıp başka bir şehirde kapıcılık yaparak geçinen Lee’nin (Casey Affleck) abisi Joe’nun (Kyle Chandler) ölümünden sonra, vasiyeti üzerine oğlu Patrick’e (Lucas Hedges) ebeveynlik yapmak için tekrar 
Manchester’a dönmesi ve orada yaşadıkları anlatılıyor.

Öncelikle filmdeki deniz manzaralarından ne kadar etkilendiğimi söylemek istiyorum. O manzaralar, görsellik açısından filme çok şey katmış. Doğrusunu söylemek gerekirse o manzaraları ben de yakından görebilmek isterdim.

Film, çok gerçekçi. Yani, tamamen şu anda yaşanabilecek şeyler işlenmiş ki bunu çok sevdim. Çünkü bu gerçekçilik, karakterlerle empati kurabilmeyi kolaylaştırıyor. Bu da sizin karakterlere daha rahat bağlanmanızı sağlıyor. (Tek bir kısım hariç, ona az sonra değineceğim zaten.)

“Oyuncular” kısmında yazdığım 3 oyuncunun da performansından etkilendim. Hepsi yapması gereken işi tam anlamıyla yapmışlar. Michelle Williams’ın çok az sahnesi olmasına rağmen, özellikle bir sahnede döktürüyor.

Lucas Hedges’in oyunculuğunu da sevdim fakat Patrick karakterini pek sevemedim. Şimdi söyleyeceğim şey spoiler olmaz sanırım. Yani, kim babası öldükten sonra hala kız arkadaşlarıyla (evet, bilerek çoğul kullandım) yatıp kalkmayı düşünür ki?


Etkileyici bulmadığım bir final dışında filmde beğenmediğim bir şey yoktu. Eğer gerçek hayattan bir şeyler izlemek istiyorsanız filmi öneririm.

19 Şubat 2017 Pazar

İki Eli Kanda (Hell Or High Water) Film Yorumu

Tür – Aksiyon, Suç

IMDb Puanı – 7.7

Oyuncular – Chris Pine, Ben Foster, Jeff Bridges..

Yönetmen – David Mackenzie

Senarist - Taylor Sheridan


Filmde, iki kardeşin borçları yüzünden ipotek edilen evlerini kurtarma amacıyla soygunculuk yapmaları ve emekli bir korucunun işi bırakmak istemediğinden bu iki soyguncuyu yakalamaya çalışması anlatılıyor.

Filmin türü, aksiyon ve suç olarak geçmesine rağmen son 10 – 15 dakika dışında aksiyona dair pek bir şey göremedim. Film boyunca gerçek bir aksiyon beklediğim ve bunu bulamadığımı fark ettiğim için de izledikten sonra hayal kırıklığına uğradım.Bir aksiyon filmine göre film oldukça yavaş ilerliyor.

Arada “western” yaşamını göstermek için konudan bağımsız sahneler de var, bazıları bunu sevebilir ama western yaşamından pek hoşlanmadığım için ben sevemedim.

Yine konudan bağımsız olarak sayılabilecek birkaç komedi sahnesi vardı. O sahneleri sevdim. Özellikle “Ne yemek istemezsiniz?” sahnesi gayet iyiydi.

Oyunculuklar çok üst düzey değildi. Ama kötü de değildi. Ortalama diyebiliriz. 3 başrolden ise en çok Ben Foster’ın oyunculuğunu sevdiğimi söyleyebilirim.


Ayrıca kafama takılan bir soru var film hakkında. Filmde yanıtı arasam da bulamadım. 
SPOILER OLABİLİR!
Çiftlikte petrol bulunmasına rağmen neden soygunculuk yapmaya devam ettiler? Tamam, Ben Foster'ın karakteri zaten heyecan seviyordu fakat Chris Pine'ın oynadığı karakter neden soygunculuğa devam etti?
SPOILER SONU!

Filmin konusu sıradan. İşlenişi yine aynı şekilde sıradan. Komedi sahneleri ve müzikleri dışında filmi çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Fakat western türü filmleri sevenler bu filmi de seveceklerdir. 

16 Şubat 2017 Perşembe

Fences Film Yorumu

Tür – Dram

IMDb Puanı – 7.5

Oyuncular – Denzel Washington, Viola Davis, Stephen Henderson…

Yönetmen – Denzel Washington

Aynı adlı tiyatro uyarlanan Fences filmi; 1950 Amerika’sında, siyah – beyaz ayrımcılığı olduğu zamanlarda, Troy’un ailesini geçindirmeye çalışırken yaşadığı zorlukları konu ediniyor.

Bildiğim kadarıyla Fences, senaryosunda neredeyse hiç değişikliğe gidilmeden sinemaya uyarlanmış. Bu yüzden içerisinde çok fazla replik (Hatta ilk dakikalarında kendi kendime “Sus artık be adam!” diye düşündüğüm bile oldu) bulundururken az mekan ve az karakter bulunduruyor.

Böyle olunca ve konusu da ilk dakikalarında sıradan bir aile hikayesi gibi görününce de “Filmi oyunculuklar için bitireyim bari.” diyorsunuz ve doğru bir karar vermiş oluyorsunuz. Oyuncuların hepsi rollerinin hakkından rahatça kalkıyorlar çünkü zaten aynı rolleri defalarca oynamışlar.

Evet, hepsinin oyunculukları başarılı fakat Viola Davis aralarında en iyisiydi sanırım. Biraz daha fazla rolü olsaydı keşke.

Oyunculuk demişken Denzel Washington’a da kendinden çok güzel nefret ettirdiği için tebriklerimi yollayayım.

İlk dakikalarda filmi oyunculuklar için bitirmek isteyeceğinizi söylemiştim. Fakat ilerleyen dakikalarda kurgu istenilen yere girince film zaten sizi çekiyor. Filmden gerçekten zevk almaya başlıyorsunuz.

Troy karakterinin bitmek bilmez konuşmalarının sıkıcılığı dışında filmi, dizi olsa en az 2 sezonluk olan senaryosu ve kaliteli oyunculuklar için tavsiye ederim.


13 Şubat 2017 Pazartesi

Ay Işığı (Moonlight) Film Yorumu

Tür – Dram

IMDb Puanı – 8.1

Oyuncular – Mahershala Ali, Shariff Earp, Duan Sanderson..

Yönetmen – Barry Jenkins

Filmde Chiron’un çocukluğundan yetişkinliğine olan süreçte yaşadıkları anlatılıyor.

Öncelikle karakterin hikayesini 3 farklı bölüm olarak (Little – Chiron - Black) izletme fikri mantıklı görünüyordu. Fakat bu 3 bölüm arasındaki kopuklukları beni sıktı. “Little” bölümüyle iyi bir başlangıç yapıyor film ama diğer iki bölüm için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Filmin adıyla alakalı bir bağlantı aradım izlerken ama sadece bir sahneden dolayı bu adın verildiğini anladığımda hayal kırıklığına uğradım doğrusu.

Mahershala Ali’nin oynadığı karakterin bir anda, öylece ortadan kaybolmasını, “Öldü” denilip geçiştirilmesini hiç mi hiç sevmedim.

Filmin ilk bölümünü sevmeme rağmen genelinde sıkıldım. Özellikle “Black” kısmına geçildiğinde birçok kez “Ne zaman bitecek artık?” diye düşünmedim değil.

Filmle alakalı sevdiğim 2 şey var. Birincisi “Chiron” kısmında Chiron’un kendisiyle dalga geçene haddini bildirdiği sahne. İkincisiyse Chiron’un annesini. Kadına hakkını vermek lazım, gerçekten inandırıcılığı zirvedeydi.

Ben filmi pek sevemedim, ne beklediğimden emin değilim ama hayal kırıklığına uğradım. Filmi tavsiye etmem ama illa izleyeceğim diyorsanız fazla bir şey beklemeyin.


10 Şubat 2017 Cuma

Geliş (Arrival) Film Yorumu

Tür – Bilim Kurgu, Gizem, Dram

IMDb Puanı – 8.1

Oyuncular – Amy Adams, Jeremy Renner, Forest Whitaker

Yönetmen – Denis Villeneuve

Filmde dünyanın 12 farklı bölgesine uzay gemisinin inmesi ve uzaylılarla iletişim kurabilmek için dilbilimci Louise’in (Amy Adams) orduya çağırılmasıyla beraber yaşanan olaylar konu ediliyor.

Öncelikle film uzaylılarla alakalı olmasına rağmen diğer uzaylı filmlerinden kesinlikle çok farklı. Diğerlerinde uzaylılar hep klişe bir şekilde insanlığı yok etme amacıyla gelirler fakat buradaki uzaylıların derdi çok farklı. Bu da Arrival’ı diğerlerinden ayıran önemli bir etken.
Uzaylıların kullandıkları dilinin de, insanlara “hediye ettikleri” yetenekle bağlantılı olması da hoş bir ayrıntı.

Filmde neredeyse hiç aksiyon yok. Bu da bilim kurgu filmlerinde pek rastlanmayan bir özellik. Fakat merak etmeyin, filmin sürükleyiciliği sayesinde, aksiyon olmadığını ancak film bitince anlayabiliyorsunuz.

Uzaylıların gelmesi dışında filmde alt bir hikaye daha var. Bu hikayenin sonu hakkında filmde sık sık ipucu verilmiş olmasına rağmen siz sonunda yine de şaşırıyorsunuz.

SPOILER ALARMI!!

Filmin kurgusu mükemmel bana göre fakat filmin sonunda akıllarda bazı soru işaretleri bırakılıyor. Mesela Louise, kızını doğurmamaya karar verseydi ne olurdu? Çünkü eğer böyle bir karar alsaydı, kızıyla alakalı hiçbir anıya sahip olamayacak, bunları göremeyecek ve bir yetenek edindiğinin farkına varamayacaktı?

SPOILER BİTTİ!

Özetle filmi beğendim. En çok Amy Adams’ı beğendim, çünkü hissettiklerini tam olarak bize geçirebilmeyi başarabilmişti. Uzaylı filmlerine ve iletişimin önemine farklı bir açıdan bakmayı denemek istiyorsanız filmi izlemelisiniz.

Ha bir de unutmadan filmi özetleyen bir replik paylaşayım:

“Sana sarılmanın nasıl hissettirdiğini unutmuşum.”

7 Şubat 2017 Salı

Büşra Yılmaz - Ölüme Fısıldayan Adam Kitap Yorumu

Yayınevi – Epsilon

Sayfa Sayısı - 424

Tanıtım Bülteni - "Yanmış kibrit çöplerini âdeti olduğu gibi mumların altına koyup üzerlerine erimiş mum döktü. 

Sanki yanan kibrit çöpleri bizdik, mum dipleri de mezarımız... Kibrit çöpü mezarlığı, bizim gibi kırık ve kaybedenler için ne güzel bir benzetmeydi... Yana yana yaşa, yanarak öl ve öldükten sonra da yanmaya devam et. Yanmak tüm varoluşunu tanımlıyormuş gibi..."

Geçmişindeki acıların küllerinden doğmuş, zeki bir dolandırıcı...
Arı kovanına giren kelebek.
Yaşamadığı için ölmeyi bile beceremeyen, hayata küskün bir kız...
Sudan korkan balık.
Tanrı'nın birbirlerinde çare bulmaları için bir araya getirdiği iki kişi.
Peki ya, bir gün ömrü olan bir kelebek yarına aşık olursa ne olacak?

Kitapla alakalı yorumuma geçmeden önce yazarı Büşra Yılmaz’dan biraz söz etmek istiyorum. Henüz 24 yaşında olmasına rağmen gerçekten olağanüstü bir hayal gücüne sahip olduğunu düşünüyorum. 4N1K ve Ölüme Fısıldayan Adam gibi çok zıt iki kitabı yazan birinin kafasında neler döndüğünü görebilmek isterdim gerçekten.

Kitap, ölmeyi her şeyden çok isteyen Yosun ve tam Yosun’un intiharının ortasında hayatına giren Özgür’ün yaşadıklarını anlatıyor.

Kitap ilk olarak Wattpad adlı sosyal platformda yazılmaya başlandı. Birçok okuyucunun Wattpad’e ön yargısı var fakat bu kitap diliyle ve konusuyla bu ön yargıyı yıkabilir. Yazarın kullandığı üslubu gerçekten sevdim.

Kitabın içerisindeki bölüm başlıkları, bölüm için dinlenilmesi istenilen şarkılar vs. gibi ayrıntılar çok hoşuma gitti özellikle. Karakterlerin neler hissettiğini daha iyi anlayabilmemiz için çok güzel düşünülmüş. Kitapta sevdiğim bir diğer ayrıntı ise çok yerinde kullanıldıklarını düşündüğüm hayvan motifleri.

Kitapta sevmediğim yönler de tabii ki var. Mesela Yosun’un durup durup “Yanında sürekli üşüdüğüm adam… Yanında sürekli uykusuz kaldığım adam…” gibi cümleler etmesi. İlk başlarda hoş gelse de daha sonra bu insanı sıkıyor.

Ayrıca Özgür karakterinin profili pek hoşuma gitmedi açıkçası. Çünkü kitapta Özgür, sürekli alkol ve sigara içiyor ve bu çok “havalı” bir şeymiş gibi gösteriliyor. Bu, kitabı okuyan gençleri sigara ve alkole pekala yönlendirebilir.


Kitabı tavsiye eder miyim? Ederim. Wattpad önyargınızı kırmak ve Büşra Yılmaz’ın ilginç hayal dünyasını okumak istiyorsanız Ölüme Fısıldayan Adam ve hemen arkasından 4N1K’yı okuyabilirsiniz.